Batman

Ece Topuzlu'dan ilk adam gibi karikatür denemesi geliyor! Diyor ki: “Scanner’ım bozuk olduğu için fotoğraf makinesiyle çekilip daha sonra Adobe Photosop’da yoğun bir renklendirme sürecinden geçti bu karikatür”. Kendisine teşekkür ediyor ve bir sonraki çalışmasını sabırsızlıkla bekliyoruz!
Read more

Katil Olacağım!!

1500’ lü yılların ortalarından sonuna kadar geçen süreçte, yıllar sonra adının tarihin tozlu sayfalarından sarkacağından habersiz bir şekilde hayatına devam eden Elizabeth Bathory’ nin bende uyandırmış olduğu hayranlık başkadır. Bir kadının kapılabileceği en büyük korkunun esiri olmuş ve 600 kadar bakire kızın işkenceyle akıtılan kanlarıyla banyo sefası bugünümüze damgasını vurmuştur. Bu yaşamsal sıvının ona kattığı güzelliği şizofren gözleriyle gördüğüne inanan Kanlı kontesimiz kan kokusundan aldığı güçle kavuştuğu güzelliği paha biçilemez olduğunu düşünmektedir. Kanla dolu bir küvetten geçen güzellik banyosuyla hangi ruh nasıl doygunluğa ulaşır akıl erdiremiyorum. Günümüzde sınırları zorlayan fotoğraf sanatçılarının ilham kaynağı kanlı küvetten keskin bakışlar atan hatunlar Elizabeth Bathory’ nin ruhuna bürünmüyor da ne?

Elizabeth Bathory’ yi tahtından edicek bir ruhla ABD’ yi sarsan Ailen Wuornos’ un varlığından bir haber insanlar ilk kadın seri katille tanışmış oldular.



Ailen Wuornos

Zamanında yaşamış olduğu cinsel tacizlerin ruhunda yarattığı dönüşümle, ilişkiye girdiği adamları öldüren bir eşcinselle tanışıyordu insanlık. O zamanlar adına çekilecek Monster adlı bir televizyon dizisi olduğunu bilseydi kendini iyi hissederdi herhalde. Ama o da her insan evladı gibi sevdiceğinden yediği kazıkla, “aşkın gözü kördür” ü bize bir kez daha kanıtlamış yegane insanlardandır. Eğer Tyria Moore’ u bu kadar sevmeseydi, onu bir kalemde satacağını görmüş olmalıydı diye düşünüyorum. Yani kadının düşmanı yine bir kadındır. Kadının düşmanı yine bir adam da olabilir pek tabii!



1888’ de Jack the Ripper dalgasıyla sinsi sinsi yaklaşan cevapsız bir bilmecenin ağına düştü insanlık. Karın deşen Jack olarak nam salan ve tek bir kişinin işlediğine inanılmayan cinayetler serisinden geriye bir tek şal kalmıştır. Kurbanlarını boğarak öldürdükten sonra boğazlarından kulaklarına kadar keserek attığı imzayla adını tarihe kazıyan bir seri katil ya da katiller olayıdır başlı başına. Kurbanlarını öldürdükten sonra muhtelif organlarını zarfla yollama inceliğinde bulunan yardımsever bir seri katil de olabilir kendisi/ kendileri. Kim ne derse desin kendisi iyi bir cerrahtır ki kesme biçme işinde ustalığını kanıtlamıştır.



1900’ lü yıllarda Ed Gein fırtınası kopmuştu. ABD’ nin başka bir seri katili olan Ed, annesine olan düşkünlüğünden dolayı annesini kaybedince, mezardan çıkardığı ya da öldürdüğü kadınların derilerini ustaca yüzer ve kendi üzerine yerleştirip kadın gibi hissetiğini düşünürmüş. Bu durumu hiç cinsel ilişkisi olmadığına bağlayabilir miyiz bilemiyorum ama kendini nasıl hissettiği konusundaki kafa karışıklığından kurbanların ya da mezardan çıkardığı ölülerin meme uçlarından kolye ya da kafataslarından kase gibi çeşitli ev eşyaları yaparak cinayetleri sadece evini süslemek istediği için yaptığını ileri sürmüştür. Yaratıcılıkta sınır tanımayan seri katil de denebilir kendisine. İlham verdikleri arasında Chuck Parello’ da vardır.



Geldik mi seri katil tanımının ilk kez kullanıldığı, yakışıklılığı dillere destan Theodere Robert’ e ( Ted Bundy) . ABD’ li olduğu kadar saftır da kendisi. Siyah saçlı, beyaz tenli güzeller güzeli sevgilisi tarafından terk edilince dünyası şaşan Ted, önüne çıkan siyah saçlarını ortadan ayırmış, beyaz tenli her hatunu acımadan katleder. Kadınlar işte güzel erkek görmeye görsünler hemen kapılır giderler… Kara kaşından kara gözünden katil olduğu geç anlaşılmıştır ama sonu bir elektrikli sandalyede 2 dk civarı aldığı yüksek volt sonrası gelmiştir.



Ve benim favorim hatta ikna ve hakimiyet konusundaki başarısını hep kıskanacağım Charles Milles Manson gelir sahneye. Kendisi şaşırtıcı bir şekilde ABD’ lidir.. “ Bana yukarıdan bakarsanız bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız tanrıyı görürsünüz. Bana tam karşıdan bakarsanız kendinizi görürsünüz” diyen şahsiyettir. Hiçbir zaman cinayet işlememiştir. Garip bir şekilde etkisi altına aldığı insanları kullanarak bir çok kişinin ölümüne sebep olmuştur . Marilyn Manson onun soy adını alacak kadar hayranlık beslemiştir kendisine ki bu her ne kadar insanlar tarafından eleştirilse bile dikkate almamıştır. Cezasını çektiği süre içerisinde hayran kitlesi katlanmış, cezaevine yağan mektuplarla güruhunu genişletmiştir. Kendisinin bir hipnoz ustası olduğunu düşünmekteyim.

Görüldüğü üzere tarihin en sansasyonel katillerinin büyük kısmını ABD’ nin çıkarması gurur verici olasa gerek. İşte ABD’ nin seriliğiyle tüm seri katilleri gölgede bırakmış şahsiyeti . George W. B(Wush). 2000’ li yılların akıl almaz adamı. Tüm gücünü tek silaha yatırmayan , elinin ayarı olmayan, gençliğine insek de hasarı tespit edemeyeceğimiz derecede büyük olan kişi. Füzeleri, atom bombası denemeleri ile meşhur, tüm kurbanlarını savaş yöntemiyle katletmiş yegane şahsiyet. Durdurabilene aşk olsun!! Tanrı bizi gazabından korusun!!



Hazırlayan: Nilay Özel
Read more

Sağlıklı İftarlar

Öncelikle siz sevgili Beton okuyucularına hayırlı ve bereketli ramazanlar diliyorum. Sağlıklı İftarlar bölümümüzde sizlere, ramazan ayı boyunca ailece büyük bir keyif içinde geçirdiğiniz iftar yemeklerini nasıl daha sağlıklı hale getirebileceğinize dair küçük tüyolar ve püf noktaları sunacağız.

Efendim biliyorsunuz, mübarek ramazan ayı bu sene beraberinde son 160 yılın en yüksek sıcaklıklarını da beraberinde getirdi. Büyük çoğunluğu müslüman olan ülkemide bu sıcaklar o çoğunluğun çok büyük bir kısmını yıldırmasa da küçük de insanların bir bölümü oruç tutmaktan (çeşitli sağlık nedenleriyle) kaçınıyor. Biz de Beton ekibi olarak bu konuya bir çare bulmak istedik.

Öncelikle, sağlıklı bir iftar yemeğinin açılışı olarak muhakkak çorba tercih edilmelidir. Sizlere önereceğimiz çorba ise Fransız usulü soğutulmuş sebze çorbası.



Hem bu sıcak yaz günlerinde soğuk yapısıyla sizi serinletecek hem de içeriğindeki türlü sebzeler vücudunuza çeşitli faydalar sağlayacaktır. Pırasa, kırmızı soğan, patates gibi sebzeler anti oksidan yapısı nedeniyle iftar sonunda yaşanacak olası şişkinlikleri de ortadan kaldıracaktır. Bununla birlikte yine içerdiği “hindistan cevizi unu” da damağınızda çok leziz bir tat bırakacak.. Mutlaka deneyin!

Unutulmamalıdır ki bir akşam yemeğini sağlıklı kılan, özenle seçilmiş ara sıcaklarıdır. Sebze ağırlıklı bir ara sıcak menüsü seçmeniz yine çok yerinde bir tercih olacak. Örneğin beyaz şarapta pişirilmiş fransız usulü baharatlı bal kabağı gerek içerdiği b2 vitamini gerekse de idrar yollarını açıcı yapısı bakımından çok lezzetli ve besin değeri yüksek bir ara sıcak bunun yanında rachlette peynirli kabak sarma da şahane bir seçim. Bununla birlikte baharatlı bal kabağının yanında servis edeceğiniz çilekli kamamber peyniri iftar sonrasında huzurlu bir akşam geçirmenize yardımcı olacaktır.

Gelelim ana yemeğe. İftar yemeğinin en dikkatli seçilmesi gereken bölümü ana yemektir. Naçizane tavsiyem rachlette peynirli kabak sarma, baharatlı bal kabağı ve çilekli kamamber peynirinden sonra yine aynı hafiflikte ve besleyicilikte bir yemek olan Provence usulü Herbesli Kuzu Pirzola tercih etmenizdir.



Provence usulü ve herbes, anti oksidan etkisiyle hem vücudunuzdan zehirli mineralleri atmanızı sağlarken aynı zamanda damak tadınızı da zenginleştirecek bir lezzet olacak. Provence usülü herbesli kuzu pirzola’nın yanında fransız usülü rokfor peynirli patates güveci tercih ederseniz hem misafirleriniz hem de sizin için unutulmaz bir iftar yemeği olacaktır.

Gelelim iftar sofralarının adeta şölen tadında geçen kısmına. Tatlı seçiminiz bu sıcak yaz günlerinde sağlığınız açısından çok önemli. Bu sebepten ağırlıklı olarak meyve içeren tatlılar seçmenizi tavsye ediyorum. Örneğin pembe şarapta marine fransız usülü kızılcıklı tatlı ekmek eşsiz bir seçim. Kızılcık anti oksidan yapısıyla iftar yemeği sonrasında yaşayabileceğiniz olası karın şişliğini ortadan kaldıracağı gibi aynı zamanda tam bir kırışık düşmanıdır. Muhakkak deneyin efendim.

Şimdilik bizden bu kadar. Umarım bu sağlıklı iftar menüsünden memnun kalmışsınızdır. Önümüzdeki yazıda görüşmek üzere.

Hayırlı Ramazanlar.

Yazan: Arda “chinaski” A.
Read more

Sahte Rastlantılar Yaratabiliyoruz

Bunu yaptığımızın hepimiz farkındayız, aslına bakarsanız karşımızdaki insan da bunun farkında. Ama tıpkı torunu olacağını öğrenen bir babanın bu torunun, kızı ve damadının ateşli sevişmeleri sonucu meydana geldiği gerçeğini görmezlikten gelmesi gibi, biz de karşımızdaki insanın bu tip davranışlarını görmezlikten gelebiliyoruz.

Ben de yapıyorum. Mesela mı? Her klavyedeki Print Screen tuşuna aşinasınızdır. Bir non-technologic lavuk olarak ben bu tuşu ”Şimdi napacaz lağğn?” gibi sıkıntılı zamanlarımda oldukça sık kullanıyorum. Genel ortalamaya bakılınca sorunlarım masaüstümü de kapsıyor. Hal böyle olunca benim printim screenım araç çubuğunda açık hangi site hangi program varsa, tüm bunları sinsice gözler önüne seriyor. Böyle bir durumda seniseviyom.net, evlenelimmi.com ya da sevgilimolla.co.uk(Evet İngiltere’de de türkçe bilen yalnız kalpler var) gibi siteleri hemen kapatıyor, cokentellektuelim.org adlı bir siteye giriyor ya da evrim teorisi adlı bir dosya açıyorum. Elimde değil, çok çılgınım, sanal sevgilim bile var ohoo.

Bir diğer konu ise havaların sıcak olduğu vakitler toplu taşıma araçlarında serinlemek için kullanılan dergi ve kitapların seviyesidir. Eğer dikkat ederseniz ki normal bir insan dikkat etmez efendim, bu tip durumlarda çantadan çıkan dergiler bir Haldun Dormen bazında entel kuntel şeylerdir. Asla bir Trendy, bir Salsa çıkmaz o çantadan. Böyle şeyler toplumumuzca hor görülür ve hoş karşılanmaz. Ben de bir dönem, gittiğim bir tiyatrodan aldığım broşür ile serinliyordum. Güzel zamanlardı, mevsim bahardı. Bir de bu tiyatro geyiği vardır. Sanki evrende tiyatroya gidebilen tek varlık sizmişcesine, o gün size yöneltilen tüm soruların cevaplarına tiyatro etkinliğinizi sokuşturmaktan delice bir zevk alırsınız.

-Abi bugün oraya gidelim mi?
-Yok ben gelemem, tiyatroya gidicem, ne sandın tiyatro tabi, uf ne biçim bişey o öyle ya, tiyatro.

-Kamilecim(ben isim atacağım vakitler hep bu ismi kullanırım) bugün hangi dersler var biliyo musun?
-Bilmiyorum bebem bugün tiyatroya gidicem ondan yani.

Yine bir örnek verecek olursak, ortak dinlenen mp3’ler şahane bir güzelleme olacaktır. Böyle zamanlarda, arkadaş ile ortak dinlenilen bir mp3’te Serdar Ortaç’ın Poşet şarkısı çalınmamalıdır. O yüzden bu gibi durumlara önceden hazırlanılmalıdır, dikkat edin bunlara. Mesela benim mp3’ümde apayrı bir dosya var, kulaklığın paylaşıldığı anlarda dinlenilmesi için hazırlanmış.

Duyar gibiyim. Bunları senden başkası yapmıyor ki yarraam diyebiliteniz var. Eh, haklı da olabilirsiniz. Her şey mümkün.

Melike Işcan
Read more

Merhaba!


Yazar/çizerlerimizden Ece Topuzlu’nun ilk gönderisi. Özürlü ve capsli!
Read more

So close… No matter how far…

Nothing Else Matters.

Rock&metal müzik dinlemiş her bünyenin yolunun geçtiği bir şarkı olmasının yanında bu tarzlarla alakası olmayan birçok insanın da mp3çalarında, bilgisayarında ya da geçmişte 90’lık kasedinde, karışık bunalım cd’sinde bulunan bir şarkı. Metallica denince birçok insanın aklına gelen ilk şarkı. Metallica dinlemiş birçok insanın ilk gözağrısı. Ama çok piyasa. Çok bilindik. Çok basit… Ayağa düşmüş!

Evet, birçoğumuzun ilk gözağrısı, bizi metallica’yla ve dolayısıyla metalle tanıştıran o şarkı ölüyor! Tüketiyoruz. Beğenmiyoruz onu. Dalga geçiyoruz. Hem şarkıyla, hem dinleyeniyle… Yüzüne tükürüyoruz. Hakir görüyoruz bu şarkıyı. “Ahaha o ne lan ayağımla bile çalarım o şarkıyı gitarda ahaha!” şeklinde cümlelerle onu aşağılıyoruz. Ve hepimiz suçluyuz. Sen! Ben! O! ( “Biz, siz, onlar” demiyeceğim korkma.) Hepimiz!

Oysaki lisede, yüzü sivilcelerle dolu ve daha bıyıklarını aldırmamış kız arkdaşın seni aldattığında bu şarkıya sığınmıştın. Peki ya sen genç bayan? Sen daha 14 yaşındayken, sırf 18’ini doldurmuş diye aşık olduğun Berkut seni, eski bir grup tişörtünü yer bezi yapan annenin kullandığı gibi kullandığında, hangi şarkıyı dinledin? Peki ya sen!? En yakın arkadaşın havuza ters atlarken kafasını betona çarpıp, bitkisel hayata girdiğinde evde hangi şarkıya sığındın? Gözyaşlarınızı emdi lan bu şarkı. Kağıt havlu gibi emdi o gözlerinizden akan yaşı. James tam 4.53’te “Yeea, Yeaaah!” derken güç verdi size. Derdinize derman oldu!

Ama insanoğlu çiğ süt emmiş işte. Yılan gibisiniz. En zor anlarınızda yanınızda olmuş, ayrılık acısının, terkedilmişliklerin, yaşanmışlıkların ve tüm duygusal zamanların soundtracki olup döndü bu şarkı. O “Yeaa, Yeeaaah!” olmasa, en zor anınızda o gücü almamış olsanız belki de şu anda sokakta dileniyordunuz. Kötü yola düşmüştünüz. Ama şu an herbiriniz hayata karşı dik duran insanlarsınız. Kim sayesinde? Bu şarkı sayesinde. Evet bunları hepinize söylüyorum. Sana, sana, sana hepinize be! (Hababam Ahmet Rage’i geldi bi an…)

Geçen hafta Metallica dinlemeye başlayan 12 yaşındaki komşumuz Muzaffer’in, bu hafta bana gelip, “Buğra abi nothing else matters çok piyasa bi şarkı yeaa!” demesiyle aydınlandı her şey. “Evet!” dedim. “Bu şarkıya karşı sorumluluklarımız var. Ödememiz gereken bir borcumuz var.”

Haydi sevgili dostlar. Hiç değilse o eski günlerin anısına bu şarkıyı zor günlerinden kurtaralım. Ona yalnız olmadığını hissettirelim. Yeniden sevelim onu. Yeniden mp3çalarlara atalım. Yeniden severek dinleyelim. İnanıyorum, bunu başarabiliriz…

Buğra “Ceyyar” Ö.
Read more

Bilmem Kaçıncı Yılında Türk Televizyonculuğu

Yukarıda yer alan fotoğrafa, windows 95’e ne bileyim kernel32’ye aşina bir nesiliz biz. Ah “80’lerin sonu vah 90’ların başı” tuzağına düşmemek için böyle bir girizgah yapıyorum tabi (ancak yazının devamında Bizimkiler’e değineceğim gerçeğini değiştirmiyor bu durum).

Tek kanallı dönemi doyasıya yaşayamamış olmamız ve Türkiye’nin ilk özel televizyası InterStar’ın (şimdi ki adı ile Star Tv) doğuşunu, gelişimini gün be gün yaşamış olmamızdan mütevellit, o 80 sonu 90 başı nesil olarak Türk Televizyonculuğu ile ahkam kesmemiz de şüphesiz gayet normal karşılanacaktır.

İlk etapta bizim yaşadığımız televizyon hayatı akşam en geç 9’da sona eriyordu, ki 9 bile bir çoğumuz için çok iyimser bir saat bunu kabul etmemiz gerekiyor. Ne seyrediyorduk? Net olarak hatırladığım benim Bizimkiler var elbette. Bugün 90’lar ile ilgili yapılan geyiklerde başı çeken dizidir Bizimkiler.



90’lar, geyik falan diyoruz da, büyük bir çoğunluğun çocukluğu ile ilgili hatırladığı en net hatıralardan biriydi bu dizi. Belki alternatifi yoktu, belki de gerçekten çok kaliteli bir yapımdı kişiden kişiye değişir bu yorum fakat bir şekilde seyredildi yani. Katil, Cemil, Sabri Bey, Ali falan derken hala net hatırlanıyor o replikler vs.

Özel televizyonların kurulması ile birlikte Bizimkiler’in alternatifsizliği ya da kaliteliliği de bir nevi baltalanmış oldu. Bu noktadan sonrası önemli.

Belirtmem gerekiyor, özel televizyonların baştan ayağa kötü olduğunu anlatmak gibi bir niyetim yok. Ama şahaneydi falan da demeyeceğim. Şüphesiz bu yeni kanalların da bugün hala akıllarda yer etmiş ürünleri (iyi veya kötü) mevcut.

Kanal D mesela… birçok erkeğe Şeker Kız Candy’nin kaçta başladığını kaçta bittiğini dolaylı olarak öğretmiştir (dolaylı olarak diyorum zira erkeklerin neredeyse tamamı Tsubasa’cıydı..Kaptan Tsubasa!!) Ya da Show Tv… Tutti Frutti’yi izlemeyen erkek bulmak bugün hemen hemen imkansızdır, ki hatırlarsanız Show Tv’nin Bizimkiler’i trt’den transfer etmesi de o zaman için büyük bir hamle idi.

Sonra devir değişti. Bizimkiler devri kapandı.



Kaygısızlar… Bizimkiler’in alternatifi olabilecek en büyük adaydı o dönemde ki öyle de oldu. Fatih Solmaz, Gani Müjde (tam emin değilim ama Selçuk Erdem’de bu grubun içinde olabilir) gibi mizahçıların elinden çıktı ve çok uzun süre büyük beğeniyle izlendi (hatta bir süre sonra -uzun bir süre sanırım- sitcom versiyonu oldu kaygısızların ona bile itiraz eden çok değildi).

Bizimkiler ve Kaygısızlar’dan evrilen dizi anlayışı 10 yıl öncesinde törecilik, ağacılık dizileri ile değişik bir şekil aldı. Türkücü abilerin hemen hepsi (Mahsun Kırmızıgül, Emrah, Özcan Deniz…) bir ağalı, töreli diziye imzasını attı. Bu töre dizilerinin ilki ise neydi? Fırat’dı. İbrahim Tatlıses, Aydemir Akbaş.. hatırlayın bunları.

Ağa dizileriyle de bir müddet idare edildi tabi. Sıla, Asmalı Konak, Zerda, Kınalı Kar.. falan filan. Gerçi Kınalı Kar daha bi türk filmi havasındaydı. Köye gelen öğretmen mi doktor mu neyse artık..

Yıllar ilerledikçe kalite anlayışı da değişti tabi. Kötü anlamda tabi. Yurt dışından getirilen ve bir şekilde türkçeleştirilen yapımların bazıları iyiydi, bazıları iyi olabilirdi, bazılarının ise iyi olması mümkün değildi.

Tabi kötü ürünlerle muhatap olan türk televizyon izleyicisi, o büyük kitle, zaman zaman gayet başarılı, kaliteli yapımlarla da haşır neşir oldu.



Avrupa yakası! Bütün o ağa, mafya ve benzeri dizilerin arasından bir şekilde ayrıldı. Gülse Birsel’in kaleminden çıkan bu dizi pek çok kaliteli oyuncuyu da bünyesinde barındırması hasebiyle 6 sezon boyunca kaçırılmadan izlendi ve hatta hala çeşitli video paylaşım sitelerinden ısrarla izleniyor, hala televizyonda dönen tekrar bölümleri gayet sağlam reytingler alabiliyor.

Bizimkiler’den Avrupa Yakasına kadar geçen süre diziler bir şekilde insanları değerlendirme aracı olarak da kullanıldı. Bir kesim hala Kurtlar Vadisi izleyen insanları kıro olmak ile nitelendirebiliyor mesela…

Neyse efendim, bugünün “dizicilik” anlayışı ise klasik türk romanlarını senaryolaştırmak ve/veya cnbc-e’de oynayan dizilere öykünmek noktasına bir şekilde geldi.

Yanlışım yok ise Yaprak Dökümü ile başladı bu. Ardından ismini dahi hatırlamadığım bir çok “unutulmaz eser” dizi olarak izleyicinin önüne konuldu. Hatta işin trajikomik yönü de bu dizilerin aynı zamanda magazinel bir boyutunun da olmasıydı. Zaten sonunun ne olduğu bilnen hikayeler magazin programlarında “SONUNDA NE OLACAK???” şeklinde kullanıldı, güldük ettik, geçti.



Aşk-ı Memnu, TRT’nin bir projesi olarak annelerimiz, teyzelerimi tarafından izlenebildiği için yukarıdaki grubun biraz daha dışında kalıyor tabi. Ama biraz. Sonuçta aynı ticari kaygının bir ürünüydü. İzleyiciden gelen tepki, reyting bazında yapımcıları, kanalı vs. ihya etti. Bihter ile yatıp Behlül ile kalkmanın kimisi acısını çekti, kimisi kederini yaşadı… Ha bu arada kabul etmek gerekir ki, klasik türk romanlarının kaymağını en çok yiyen kanal da Kanal D olmuştur.

Neyse çok uzatmayayım kısa keseyim istiyorum.

Türk televizyonculuğunun şahit olduğumuz kısmı ile ilgili kendi çapımda bir özet çıkardım. Bugün Türkiye’nin ilk televizyonu ve tabi devletinde televizyonu olan TRT’nin sergilediği büyük vizyonsuzluklar ile muhatap olurken (evrimi yalanlayan balık ile ilgilili birşeyler hatırlıyor musunuz bilemiyorum ama son dönemin en büyük zorlamaları olarak Süper Ramazan ve yanlışlıkla orucunu bozan çocuk konulu çizgi filmler kolay hatırlanabilir diye düşünüyorum.) bir şekilde imam cemaat ilişkisi kurarak özel televizyonların kalitesiz ürünlerini daha kolay kabullenebiliyoruz.

Şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor; herkes istediği şeyi seyretmekte özgürdür. Özel televizyonlar bir anlamda televizyon dünyası içinde serbest piyasa ortamını sağlamıştır, iyi de olmuştur. Okan Bayülgen dahil herhangi biri çıkıp da size “televizyon izlemeyin aptallaşıyorsunuz” diyemez bu yüzden. Hatta bunu kalkıp televizyondan doğru derse de komik duruma düşer, üzgünüm. Ancak benim naçizane önerim izlediğiniz şeyi ya vakit geçirmek için izleyin ya da ibret almak için. Hayatınızın bi parçası yapmayın. Sabah akşam o izlediğiniz şeyleri konuşmayın. Konuşulması gereken daha ciddi şeyler vardır emin olun.

Not: İşbu yazıyı okuyanların, x diziyi atlamışsın, şu diziyi de söyleyeydin keşke şeklindeki yorumları için şimdiden teşekkür ediyorum fakat bilmeliler ki kısa bir özetdi bu. ve onlardan bahsetmek de çok daha uzun bir yazıyla karşı karşıya kalmanıza neden olabilir, yazıyı okumamanıza neden olabilirdi. Bu konuda herhangi birinize hayal kırıklığı yaşatırsam kusuruma bakmayın. durum böyle.

Yazan: Arda “chinaski” A.
Read more